Taha Kılınç "Arap Baharı" kavramının ilk kez 2005 yılında bir makalede benzer ifadelerle kullanıldığını, bu kavramın artık kimi çevrelerce artık "Arap Kışı" olarak da lanse edildiğini belirtti.
Yazının Tamamı
Amerikan “The Seattle Times” gazetesinde, Charles Krauthammer imzasıyla 21 Mart 2005 günü yayımlanan bir makale “Arap Baharı” adını taşıyordu. Dönemin ABD BaÅŸkanı George W. Bush’un OrtadoÄŸu ve Ä°slâm dünyasına “demokrasi ihracı” giriÅŸimlerini deÄŸerlendiren yazar, makalesinde Arapların demokrasiye yatkın olup olmadıklarını da sorguluyordu. Krauthammer’e göre, Arap dünyası yeni bir dönüşümün eÅŸiÄŸindeydi; “demokrasi projesi” henüz baÅŸlangıç aÅŸamasında olsa da, doÄŸru yönde ilerliyordu.
“Arap Baharı” kavramını ilk kimin kullandığına dair tartışmalar, bu makaleye özellikle iÅŸaret ediyor. Krauthammer’le aynı günlerde Fransız Le Monde gazetesinde bir baÅŸmakale de aynı ismi taşıyor ve OrtadoÄŸu’daki deÄŸiÅŸim sancılarını konu ediniyordu. Bu iki kaynağın, “Arap Baharı” kavramının çıkış noktası olduÄŸu yönünde bugün genel bir kabul var.
2010 yılının son günlerinde Tunus’ta baÅŸlayıp daha sonra diÄŸer Arap ülkelerine yayılan halk ayaklanmaları da, hızlı bir ÅŸekilde “Arap Baharı” olarak isimlendirildi. Tıpkı OrtadoÄŸu kavramının kendisi gibi, “Arap Baharı” tanımlaması da dışarıda üretilip coÄŸrafyaya giydirilmiÅŸ bir elbiseydi. 2005’te Amerikan medyasının dillendirmeye baÅŸladığı “demokrasi projesi”nin devamı olarak, Arap liderler devrilmeye baÅŸlarken, “Arap Baharı” ifadesi Müslüman dünyada da coÅŸkunlukla ve yaygın olarak benimsendi. Sokaktaki vatandaÅŸtan siyasetçiye, gazetecilerden akademisyenlere herkes yaÅŸananları aynı kavramla tanımlıyordu.
“Arap Baharı” isimlendirmesine itiraz edenler ilk baÅŸlarda susturulsa da, sonrasında yaÅŸanan geliÅŸmeler, “Arap Kışı” ÅŸeklinde yeni bir kavramsallaÅŸtırmayı da mecburi hale getirdi. Bu ikincisi, kullanımda pek revaç bulmamasına raÄŸmen, bölgenin içinden geçtiÄŸi türbülans sürecinin belki de en net ifadesiydi.
Hak talebiyle sokaÄŸa çıkıp önleri tanklarla ve bombalarla kesilen kitlelerin yaÅŸadığı hayal kırıklığı, bizatihi “Arap Baharı”nın kendisinin bir komplo olduÄŸu ÅŸeklinde bir inanç doÄŸurdu. Özgürlük, demokrasi, insan hakları, ekonomik refah gibi yaldızlı kelimelerin hepsi, zaman içinde askeri darbe, iç savaÅŸ, düşman istilası gibi sonuçlara evrilmiÅŸti. İçinden geçilirken fark edilmeyen riskler, olaylar neticelenince daha net ortaya çıkmış, “Arap Baharı”nın halkların talepleri açısından bir tür gerileme, savrulma ve dağılma olduÄŸu gerçeÄŸiyle yüzleÅŸilmiÅŸti.
Sosyal dönüşüm süreçleri ve çalkantılı zaman dilimleri, bütün sonuçlarıyla ancak birkaç 10 yıl sonra netleÅŸir. SaÄŸlıklı bir deÄŸerlendirme yapmak içinse, yorumda acele etmemek ve eldeki bütün verileri dikkate almak ÅŸarttır. Åžimdiye kadar beliren iÅŸaretler ve somut görüntüler eÅŸliÄŸinde, “Arap Baharı”nın saÄŸlıklı bir okumasının, “Her ÅŸey Batı’nın komplosu, zaten hepsini planlamışlardı” yorumu ile “Artık Müslümanlar kendine geldi, devrimlerle hiçbir ÅŸey eskisi gibi olmayacak” yorumu arasında bir yerde durmakla mümkün olacağı anlaşılıyor.
Batılı devletlerin ve istihbarat örgütlerinin Ä°slâm dünyasıyla ilgili plânlarını ihmâl ve inkâr etmeksizin, “Arap Baharı”nı spontane baÅŸlayan bir infilak olarak tanımlamak gerekir. O Tunuslu seyyar satıcının kendisini ateÅŸe vermesiyle el bombasının pimi kendi kendine çekilmiÅŸ, sonrasında ise olaylar ülkeden ülkeye sıçrarken, uluslararası câmia ve ülkeler de kendi menfaatlerine göre pozisyonlar almışlardır. “Arap Baharı” sürecinde komplolardan söz edeceÄŸimiz nokta, baÅŸlangıç ve çıkış kısımları deÄŸil, sonrasındaki geliÅŸmeler boyunca deÄŸiÅŸen istihbarat oyunları ve bölgesel kapışmalar evresidir. “Artık Müslümanlar kendine geldi” tezi ise, kurulu düzenlerin devrilmesiyle ortaya çıkan kaosun sarsıntıları içinde, sessiz sedasız terk edilip unutuldu bile.
Ä°ki gün önce, “Arap Baharı” sürecinin en kanlı sahnesine dönüşen Suriye olaylarının yedinci yılı geride kaldı. Sebep ve gidişât açısından, “Arap Baharı”na dâir yukarıda çizilen çerçeve, Suriye için de fazlasıyla geçerli: Olaylar son derece masum gerekçelerle ve kendiliÄŸinden baÅŸlamıştı; sonrasında dışarıdan müdahalelerle iÅŸler çığırından çıkarıldı, derken bugünlere gelindi. Suriye bugün dünyanın çeÅŸitli ülkelerinin istihbarat kapasitelerini, askeri güçlerini ve yeni geliÅŸtirilen silahları sınadığı, trajedilerin günlük rutinler hâline geldiÄŸi, kalabalık bir tiyatro sahnesi. Çatışmalar dursa bile, geride kalan parçalanmışlık kolay toparlanabilecek gibi görünmüyor.
2001’de Suriye’nin baÅŸkenti Åžam’da bulunduÄŸum sırada, vakit namazlarına devam ettiÄŸimiz bir câmi vardı. Cemaate gelen 70’li yaÅŸlarda bir amcanın mahzun ve sessiz hâli özellikle dikkatimi çekiyordu. Bir gün laf arasında bir arkadaÅŸ, amcayı işâret ederek şöyle dedi: “1982 Hama Katliamı’ndan kurtulmuÅŸ. O günden beri böyle sessiz ve durgun.” Amcayla diyalog kurmaya çalışmama raÄŸmen, göz göze bile gelemediÄŸimizi hatırlıyorum.
CoÄŸrafyamız, acılarını böyle içlerine gömen ve çevresinden gözlerini kaçıran insanlarla dolu nice zamandır. Önceki gün Suriye olaylarının yıldönümüyken, dün Halepçe Katliamı’nı ve ABD’li kahraman kız Rachel Corrie’nin Ä°srail buldozeri tarafından öldürülmesini andık. YaÅŸadığımız tüm bu acıları dışarıdan birileri durmadan yeni kavramlara, araÅŸtırma ve makâlelere meze ederken…
Henüz yorum yapılmamış.